BUNU YAPSA YAPSA İNSAN YAPABİLİR

Yıl 1989.
ODTÜ’de öğrenciyim.
Sosyoloji hocam, dersin birinde, ikide bir, “mass media” diyor ve arkadaşlarım heyecanla derse katılıyorlar ancak, ben bir türlü mantığını kavrayamıyordum konunun. Dersin bitimine yakın “hocam uygun ise konunun Türkçe bir özetini yapar mısınız?” dedim. Dedim demesine de, keşke demez olaydım. Saygıdeğer hocam, açtı ağzını yumdu gözünü. En son “madem böyle bir sorun yaşıyorsunuz Türkçe anlatan üniversitelerden birine gideydiniz ya” dedi.
Hocamız haklıydı.
Fakat yine de çok incinmiştim.
O andan itibaren, İngilizce ve ODTÜ heyecanım bitmişti. Zaten çok uzun sürmedi oralarda kalışım. Yeniden sınava girip Türkçe anlatan bir üniversiteye girdim.
Arkadaşlarımın dediğine göre,hocamız o gün, kitle iletişim araçları ve insanlar üzerindeki etkisini anlatmış.
O kadar doğru tespitler, o kadar etkili kullanım önerileri sonmuş ki, anlamamış olduğuna bir daha üzülmüştüm.
O günden beri kitle iletişim araçları kullanımı ve nsanının onlarla etkileşimi konusu ilgi alanlarımdan biri oldu. Kişisel ve toplumsal değişmelerdeki rolünün gittikçe arttığını gördüğüm radyo, televizyon, gazete ve dergilerin, daha ziyade eleştirel gözle bakan takipçisi oldum.
Şimdilerde, radyoyu, gazeteyi veya televizyonu eskisi kadar takip eden yok. Onların yerine, “uygulama” dediğimiz, dijital içerik alış verişine uygun imkanlara eriştik. Artık yoğunluk ve derinliğe gerek kalmadan anlaşılabilecek ifade veya görseller ile anlaşır olduk. Hatta son zamanlarda insanın her halini içine alan, sihirli denebilecek, albenisi yüksek, sanal bir sonsuzluğun içindeyiz.
İnternetten söz ediyorum.
Gönül isterdi ki bilgilenmek ve bilinçlenmek için kullanalım. İyi bir fırsat, güzel bir imkandı bizler için. Güzel adetlerimiz, geleneklerimiz, sanat ve tarihi eserlerimiz yayılabilirdi, bilmediğimiz başka önemli değerlere ulaşabilir, yoksulluğumuza ve ötekileştirilişimize çözüm üretebilirdik. Hiç olmazsa bunlar ve buna benzer konular üzerinde duyarsızlarımızı duyarlı hale getirebilirdik.
Olmadı.
Yapamadık.
Hor kullandık.
Özgürleştikçe kolayına kaçtık.
Kolayına kaçtıkça tembelleştik.
Tembelleştikçe küçük ve kısa vadeli keyiflerin tutkunu olduk.
Zaman geçtikçe dokunabileceğimiz dostlardan ıradık.
Yüzünü görmediğimiz, hatta cinsiyetini ve yaşlarını bilmediğimiz dostlar edindik.
Hastalandık.
Hayatı sokaklardan ürküttük.
Minik cihazlarımızdan yansıyan renkli hiçliklere sığdık.
Torlara düştük.
Tıklanma için her fedakarlığa katlandık.
Asli görevlerimizi aksattık.
Günlük işlerimizi erteledik.
Beğeni sayısınca gülümsedik çocuklarımıza.
Küçüldük büyüttüğümüz gurbetlerde.
Gönül isterdi ki, konuşma hakkımız yok diyenler konuşabileydi.
“Yazıyoruz da yayınlamıyorlar” diyenler yazsaydı keşke.
“Hani kimse bize bilgi vermiyor ki” diyenler okusaydı ah.
“Şöyle iyiyiz, böyle yiğidiz” diyenler ıspat için kullansalardı.
Olmadı.
Yapamadık.
Esir edildik.
Zarar ettik.
Zar zor yakaladığımız arkadaş ortamlarını en ince aytıntısına kadar fotografladık
Kredi kartlarıyla rakıladığımız sofraları en güzel türkülerle bezeyip vidyoladık.
Arkadaşlarımızın kimseye zararı olmayan kusurlarını çekip aktardık ilgisizlere.
Engelli kardeşlerimize kıyıp onların zaaflarını beğeniler borsasına saldık.
Büyüklerimizi gırgır malzemesi yapıp “böyle şeyin görülmediğini” iddia ettik.
İçtik, yerlerde süründük, halay deyip bastık çekim “butonuna.”
Sevmeler yarattık mesajdan mesaja, yorumdan yoruma değişen.
Dünyanın en yobaz dillerini bulduk birbirimize öğüt vermek adına.
Evrensel fikirsizler musallat ettik gürül gürül akan insanlığımızın önüne.
Işıltılı göstergelerden geçirdik kırk yamalı yalnızlığımızı.
Gazinolardan öte yansıttık çöreklerin bölüşüldüğü akşamları.
Evlerimizi dolmayan boşlukları doldurmak adına sessizledik.
Ne yediysek onu görsünler istedik kepazece.
Kısacası; iyi, akıllı ve düşü güzel insanları yalnız bırakıp hiçbirşeyler çöplüğüne çevirdik o ele geçmez özgürlük alanlarını.
Oysa tek bir cümlede,
Bir dizelik şiirle belki,
Ya da çığlıkla yenebilirdik düşmanı; yani cehaleti, yoksulluğu, yalnızlığı.
Hatta sevgisizliği.
Ne yazık ki, savaşların ölüme evrilişini, açlığın ve felaketlerin can alışı gibi daha bir çok durumu canlı canlı seyredip sonra da hiçbir şey olmamış gibi davranır olduk.
Oysa insan, aklına, gönlüne ve ruhuna dahi karşı gelen vicdanın otağıdır.
Paranın, şehvetin, talanın, kirlenişin, vurdumduymazlığın, çaresizliğin ve boğazlaşmaların ortasında daha fazla seyretmemeli yok oluşuna götüren yollar eğlencesini.
Hatta, dünyada oluşumuzun asli sebebine tez elden ermeliyiz diye düşünüyorum.